Çok bilinen az tanınan yer “NEMRUT DAĞI”
“Güneşin doğuşuna hiç şahit olmayanlar, batışını romantizm sayarlar.” F. Nietzsche
M.Ö. birçok medeniyetin merkezi olmuş Adıyaman, Nemrut Dağı, Arsemia, Cendere Köprüsü, Perre Antik Kenti, Karakuş Tümülüs’ü vb. ile Anadolu’nun “Çok bilinen ama az tanınan” büyüleyici tarihi ile mutlaka görülmesi gereken şehirlerimizdendir.
Gelin önce biraz gerilere gidelim ve bu eşsiz anıtların ortaya çıkarılmasına tanıklık edelim. Zor koşullarda buralara ulaşan ve ömürlerini tutkularına adayan bilim insanlarını ve adsız çalışanlarını minnetle analım.
Hikaye bir mektupla başlıyor; 1881 yılının sonlarına doğru Berlin’de bulunan, Prusya Kraliyet Bilimler Akademisi’ne hararetli tartışmalara neden olacak bir mektup gelir. Mektup, İzmir’deki Alman Konsolos yardımcısından gelmektedir. Mektupta, 1881 yılında Diyarbakır’da yol yapım işlerinde mühendis olarak görev yapan bir başka Alman vatandaşı “Karl Sester’in” Doğu Antitoros dağlarındaki bir zirvede devasa büyüklükte heykeller gördüğünden bahsetmektedir. Karl Sester, gördüğü bu heykellerin Asur medeniyetine ait olabileceğini düşünmektedir.
Batı dünyasının Kommagene Krallığı ve Nemrut Dağında bulunan, kimi kesimlerce dünyanın 8. harikası olarak nitelenen heykellerle tanışması işte bu mektup sayesinde, 1881 yılının sonlarında olmuştur. Kraliyet bilimler akademisi üyeleri arasında uzun tartışmalardan sonra, mektupta belirtilen bilgilerin doğruluğunun araştırılması için bir keşif gezisi yapılmasına karar verilir. Bu işi için o tarihlerde Mısır’da bulunan Alman Arkeolog “Otto Puchstein” ile mektubu yazan mühendis “Karl Sester” görevlendirilir.
O tarihlerin şartları düşünüldüğünde at sırtında uzun, maceralı ve zorlu bir yolculuk sonucunda 2 Alman bilim insanı 4 Mayıs 1882’de Nemrut Dağı zirvesine ulaşır. Otto Puchstein gördükleri karşısında büyülenmiştir ve daha sonra 1883’te yayımlanan notlarında “İlk izlenim gerçekten olağanüstüydü” der. Ekip Nemrut Dağında 4 gün kalır ve 8 Mayıs 1882 günü Arkeoloji dünyası açısından çok önemli bir keşifle dağdan ayrılırlar.
Osmanlı Hükümeti 1882 yılında Nemrut Dağında yapılan bu keşif gezisinden haberdardır ve 1883 yılı bahar aylarında Müze-i Hümayun (İmparatorluk müzesi bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzesi) müdürü Osman Hamdi Bey’i Nemrut Dağında araştırmalar için görevlendirir. Osman Hamdi Bey ressam ve müzecidir. Hepimizin bir zamanlar Türkiye’nin en pahalı resmi olarak bildiğimiz “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosunun ressamıdır. Nemrut dağına yapılan bu gezide Osman Hamdi Bey’e yine tarihimizde önemli bir şahsiyet olan Yervant Osgan Efendi eşlik eder. Osgan Efendi heykeltıraş ve müzecidir. Bilindiği kadarı ile Avrupa’da heykel eğitimi alan ilk Osmanlı vatandaşıdır. Nemrut dağı tarihimiz açısından ilklerin yeridir. Osman Hamdi Bey ilk kazısını ve araştırmasını Nemrut dağında 1883 yılı baharında yapar. Osman Hamdi Bey kazı sonuçlarını aynı yıl, 1883’de “Le tumulus de Nemroud-Dagh: voyages, description, inscriptions” (Nemrut Dağ tümülüsü: Yolculuklar, açıklama, yazıtlar) adıyla yayımlar. Bu sadece Osman Hamdi Bey’in değil, Türk Arkeolojisinin de ilk önemli yayınıdır. (Arkeoloji ve Sanat Yayınları 1987’de bu önemli eserin tıpkı basımını yapmıştır.)
Nemrut dağında bulunan Kommagene Krallığına ait eserler Batı dünyasında o kadar ses getirir ki, Berlin’de bulunan Kraliyet Akademisi 1883 yılında bu kez çok önemli bir arkeoloğu, Karl Humann’ı görevlendirir. Karl Humann’ı biz Pergamon’u (Bergama) ilk kazan ve şu an Berlin’de sergilenen Zeus Sunağını bulan kişi olarak biliyoruz.
Uzun bir zaman, Dünya savaşlarının da etkisiyle, Nemrut dağı ve Kommagene Krallığı tekrar yalnızlığıyla baş başa kalır.
Nemrut dağı ve Kommagene Krallığına ait diğer eserlerin ortaya çıkartılmasında 1953 yılı önemli bir yer tutmaktadır. Nemrut dağı ve Kommagene Krallığı eserlerini bugün gezip, görebiliyorsak iki önemli ismi anmadan geçmek olmaz.
1953 yılında benzer tarihlerde 2 ekip Adıyaman’a gelir. Birisi Amerikalı kadın arkeolog sonradan “Dağın Kraliçesi” olarak bilinecek olan Theresa Goell(1901-1985) diğeri bir alman arkeolog, hayatını Kommagene’ye adamış Friedrich Karl Dörner (1911-1992).
Theresa Goell Nemrut’a ilk kez 1940 yılında gelmiş. 1. Antiochos’un mezarını yıllarca arar. Neden evlenmediğini soran yöre insanına ben Nemrut’la evliyim diyecek kadar tutkulu olmuş buralara. Yaşamının son 30 yılını Nemrut’a adayan Goell, 1985 yılında öldüğünde vasiyeti üzerine külleri kardeşi tarafından Nemrut dağına serpilir.
Friedrich Karl Dörner adı tam anlamıyla Kommagene’ye adanmış bir hayatın adıdır. Bugün gördüğümüz birçok şeyi ona borçluyuz. 1930’lu yıllarda henüz üniversite öğrencisi iken, Otto Puchstein ve Karl Humann’ın Kommagene ile ilgili yazılarını okumuştur ve klasik dönem çalışmaları sırasında bu bölgede çalışmalar yapma isteği duymaktadır. Alman Arkeoloji Enstitüsü İstanbul şubesinde (1938-1940) görev alınca amacına ulaşır ve ilk kez 1938 yılında bölgeye gelir. Gördükleri beklentilerinin üzerindedir. Ayrıca, Kommagene’nin dağlık doğası ve peyzajı Karl Dörner üzerinde derin bir etki bırakır ve tekrar buraya gelmek konusundaki kararlılığı artar. Araya 2. Dünya Savaşının girmesi ile tekrar geliş tarihi gecikir ve ancak 1951 yılında amacına tekrar kavuşur.
TANRILARIN TAHTI “NEMRUT DAĞI”
“…. Gerçekten tanrılara layık bu heykelleri ben diktirdim. Zeus-Oromasdes’in, Apollon-Mithras-Helios-Hermes’in, Artagnes-Herakles-Ares’in heykellerini ve vatanımın her şeyi besleyen Kommagene’nin bir suretini diktirdim. Aynı taştan yontulmuş olarak ve onlarla birlikte tahtta oturur şekilde, kendi şahsımın bir suretini de her şeyi duyan tanrıların yanında diktirdim…” diye sesleniyor bize Kommagene Kralı I. Antiokhos, Toros dağ silsilesine bağlı Ankar Dağları’nın 2150 metre yüksekliğindeki Nemrut zirvesinden.
Kommagene Krallığı bugünkü Adıyaman, Kahramanmaraş, Gaziantep illerinin sınırları içerisinde kalan bölgede, Roma İmparatorluğu ile Pers Krallığı arasında M.Ö. 162 ile M.S. 72 yılları arasında 234 yıl hüküm sürmüş tampon bir devlettir. Krallık altın çağını Kral Mithradates Kallinikos ve Kraliçe Laodike’nin oğlu I. Antiokhos zamanında yaşamıştır.
M.Ö. 69-36 yılları arasında hüküm sürmüş Kommagene Kralı I. Antiokhos dağın zirvesinde kırma taşlardan yaklaşık 50 metre yüksekliğinde yığma bir tepe yaptırmış. Tümülüs denilen bu suni tepenin doğu ve batı teraslarında sağ başta kendisi olmak üzere tahta oturur durumda 9 metre yüksekliğinde tanrı heykelleri mevcuttur. Bu tanrı heykelleri Doğu ve Batı terasında aynı sıralama ile yer almaktadır. En başta kendi heykeli olmak üzere, yanında Ana Tanrıça Kommagene (Fortuna Latincede şans, uğur, bereket), tam ortada Baştanrı Zeus-Oromasdes (Tanrılar tanrısı Kronos’un oğlu, gökler hakimi), onun yanında Apollon-Mithras(Anadolu mitolojisinde baş tanrı Zeus’un oğlu, ışık ve güneş tanrısı) ve en sağda Herakles-Artagnes (Anadolu’da Herkül) yer almaktadır. Bu heykellerin her iki yanında da krallığın koruyucu sembolleri olarak, yeryüzünden gelecek tehlikelere karşı Arslan, gökyüzünden gelecek tehlikelere karşı ise Kartal heykelleri durmaktadır.
Kral I.Antiokhos’un annesi Büyük İskender soyundan, babası ise Perslerin Krallar Kralı diye tanımladığı Darius soyundan gelmektedir. Nemrut Dağında yer alan heykellerin çifte isimleri Yunanca ve Pers dilinden gelmektedir. Zeus-Oramasdes, Apollon-Mithras gibi. Kralın burada Doğu-Batı kültürünü kaynaştırmak, Doğu’dan ve Batı’dan gelecek olası saldırılara karşı korunmak gibi bir amacı olduğu düşünülmektedir. Doğu terasındaki heykeller ile Baba soyuna, Batı terasındaki heykeller ile de Anne soyuna selam göndermektedir.
Her iki terastaki Tanrı heykellerinin olduğu tahtların arka yüzünde, I.Antiokhos tarafından yazdırılmış 237 satırlık vasiyetname diyebileceğimiz kült yazıtlar bulunmaktadır. Bu yazıtlarda şimdiye kadar bulunamasa da, ölümünden sonra sonsuza dek huzur içinde yatmak istediği kutsal mezarının Tümülüs içerisinde olduğunu I.Antiokhos açıkça belirtmiştir.
Nemrut Dağı bugün Adıyaman’ın yaklaşık 85 Km doğusunda Kahta ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Nemrut dağına ayrıca Malatya Pötürge ilçesi üzerinden ulaşmak da mümkündür.
2150 metre yükseklikteki büyüleyici heykeller, kitabeler ve tarihiyle ilginin odağı olan Nemrut dağı ayrıca her yıl, dünyanın en muhteşem gündoğumu ve gün batımını izlemek isteyen binlerce yerli ve yabancı meraklının akınına uğruyor. Güneşin doğuşunu ilk gören yer olan doğu terasına sert kayalardan oyulmuş merdivenli yoldan biraz yorularak da olsa ulaşabilirsiniz. Yaşlı, çocuk ve hastaların dikkat etmesini söylemek isterim.
Güneşin doğuşuna ve batışına 3 kez şahitlik ettiğim Nemrut dağında, gidecek olanlara önerim, güneş burada gerçekten bir başka güzel doğuyor.
Dünyanın en önemli kültür hazinelerinden biri kabul edilen Nemrut dağı, 1987 yılında UNESCO “Dünya Kültür Mirası Listesine” girmiştir. Nemrut dağı ve çevresindeki diğer Kommagene uygarlığı eserleri ülkemizin en önemli milli parklarından birisi çerisindedir. Bu milli park içerisinde Nemrut dağındaki dev heykeller, Tümülüs, Arsameia, Yeni Kale, Karakuş tümülüsü ve Cendere köprüsü yer almaktadır.
Buralara kadar gelip, Nemrut dağını gördükten sonra Adıyaman sınırlarında diğer Kommagene uygarlığı eserlerini görmeden dönmek olmaz. Mutlaka görülmesi gereken yerlerden bazılarını anmadan geçemeyeceğim.
Kahta çayı (Nymphaios) kıyısındaki ARSAMEIA;
Kral I.Antiochos kitabelerinde yazdığına göre Arsameia, M.Ö. 2. YY başlarında Kommageneler’in atası Arsemez tarafından, Eski Kahta kalesinin karşısına kurulmuş krallığın yazlık başkenti ve idare merkezidir.
I.Antiochos, babası Mitridates Kallinikos için burada büyük bir anıt mezar yaptırmış. Ayrıca kabartmalı heykeller ve Anadolu’da bilinen en büyük Grekçe yazıt burada bulunmaktadır. Yazıtın bulunduğu yerden başlayan 158 metre derine inen bir tünel ile yazıtın batısında benzer bir kaya dehlizi daha bulunmaktadır.
Güneydeki tören yolunda Mitras’ın oldukça büyük bir kabartma steli mutlaka görülmelidir.
Arsameia’da en ilgi çekici eserlerden biride, yaklaşık 10 ton ağırlığında, Kral Antiochos’un Herakles (Herkül) ile tokalaşma sahnesini gösteren muhteşem güzellikte eserdir. Kral Antiochos, muhteşem kraliyet süsleri, kafasında silindir şeklinde tiarası ile Herakles’den daha büyük yapılmıştır.
Yıllardır çobanların yaz ve kış korunmak için kullandıkları büyük kaya odasının, Arsameia’da özel dini törenler için kaya içine oyulduğu düşünülmektedir. Girişinde yer alan kabartmalar ve kitabeler tahrip edilmiş durumdadır.
Kahta çayı kıyısındaki Arsameia’yı 1951 yılında Friedrich Karl Dörner, birazda tesadüflerin yardımı ve sezgilerinin gücüyle buluyor. “Nemrut Dağı’nın Zirvesinde Tanrıların Tahtları” adlı kitabında Dörner bu macerayı uzun uzun anlatmaktadır.
Nemrut dağına çıkmak için daha önce kullandığı güzergah olan, Karakuş Tümülüs’ü ve Cendere köprüsü üzerinden gitmek yerine, aksine Kahta’dan doğrudan doğruya kuzeybatı yönünde ilerlemeye karar verir. 1938 yılında yaptığı keşif gezinde bazı köyleri tanımaktadır zaten. Tavşi köyünde, köylülerin davetini kıramazlar ve mola verirler. Bu mola sırasında Dörner’ın ilk yolculuğunda atların bakımını yapan bu köyden Şükrü isimli birinin akrabasının anlattıkları ilgi çekicidir. Köylü, “Eski kalenin yamacından, tarlaları için toprak çektiklerini söyler ve ekler, bir süre önce bir resim taşı bulduk.” Dörner, bu haber karşısında meraklanır. Temmuz ayının öğlen sıcağında kimse onu oraya götürmek istemez. Akşamı beklemek zorundadır. Buda Nemrut Dağı’na çıkma programında gecikmeye neden olacaktır. Çoğu kere benzer haberlerin hayal ürünü çıktığını Dörner’da bilmektedir. Ama merak duygusu galip gelir ve akşamüzeri zorlu bir yolculukla köylünün bahsettiği resim taşı görmeye gider. İyi ki de gider.
Hikayenin bundan sonrasını merak edenler, Karl Dörner’ “Nemrut Dağı’nın Zirvesinde Tanrıların Tahtları” kitabını okuyarak ve Arsameia’yı gezerek öğrenebilir.
KARAKUŞ TÜMÜLÜSÜ;
Sütun üzerinde yer alan Kartaldan dolayı Karakuş Tümülüs’ü adını alan yer aslında bir “Kadınlar Anıt Mezarı”. Kommagene Kralı II. Mithridates tarafından annesi İsias, kız kardeşi Antiochis ve yeğeni Aka adına yaptırılmış. Tümülüs yaklaşık 30-35 metre yükseklikte çakıl taşlarından oluşmaktadır. Güneybatı yönünde göreceğiniz büyükçe bir çöküntü bu topraklarda hiç bitmeyen define avcılarının marifetidir.
Tümülüs’ün çevresinde yükseklikleri 7 metre civarında, birbirine 130 metre mesafede ikili üç sütun olduğu düşünülmektedir.6 sütundan, kuzeydoğu yönünde iki sütun, güneyde 1 sütun, Doğu’da 1 sütun olmak üzere 4 sütun ayaktadır. Yıkık sütunlardan birinin üzerindeki görkemli aslan heykelinin başı yerde durmaktadır. Sağlam olan sütunlardan birinin üzerinde kabartma bir levha yer almaktadır. Bu yazıt ilk kez 1883’de Humman ve Puchstein , 1938’de Dörner ve 1979’da Wagner tarafından okunmuş.
Milli Parkın girişinde yer alan Karakuş Tümülüs’ünü gezinizin ilk durağı yaparsanız eğer, buradan sırasıyla Cendere Köprüsü, Arsameia ve Nemrut Dağı şeklinde devam edebilirsiniz. Tabelalar yolunuzu bulmanıza yardımcı olacaktır.
CENDERE KÖPRÜSÜ (Septimius Severus Köprüsü);
Toros dağlarından çıkan ve antik adı “Chabinas” olan Cendere suyunun üzerinde Romalılar tarafından dünyanın en eski kemerli köprülerinden birisi yaptırılır. Cendere köprüsü hala bütün ihtişamı ile durmaktadır ve yaklaşık 1800 yıl boyunca ulaşım bu köprü üzerinden yapılmıştır.
Son yıllarda artan yoğun ziyaret ve araç trafiği nedeniyle korunmaya alınmış olup, ulaşım artık yakınına yapılan yeni köprüden sağlanmaktadır. Cendere köprüsü üzerinden yürüyerek geçebilirsiniz.
Köprünün boyu 120, eni yaklaşık 7 metre olup, Roma mühendisliğinin en güzel örneklerinden biri olarak Adıyaman il sınırları içerisindedir. Okuduğum kaynaklardan köprünün, her biri 10 ton ağırlığında 92 taş bloğun üst üste konmasından yapıldığı, harç kullanılmadığı, köprünün bir büyük kemer ile doğu tarafındaki küçük tali bir kemerden oluştuğu şeklindedir. Köprü her iki yönden rampa şeklinde başlayıp, ortada birleşmektedir.
Köprünün korkuluk duvarında yer alan yazıt, Cendere köprüsünün M.S. 198/200 yıllarında Samsat’ta (Somasata) bulunan bir Roma Lejyonu tarafından yapıldığını gösteriyor. Roma İmparatoru Septimius Severus döneminde yaptırılan köprü, Pers İmparatorluğuna karşı askeri hareketlerde önemli rol oynamıştır.
Cendere köprüsünün güney girişinde her bir köşede 2 sütun bulunmaktadır. Sütunların üzerindeki yazıtlardan anlaşıldığı üzere, biri İmparator Septimius Severus adına, diğeri karısı Julia Domna adına dikilmiştir.
Hikaye işte burada başlıyor.
Taht kavgaları her dönem can almaya devam ediyor. Kuzey girişinde de Cendere köprüsünün yapıldığı dönemde 2 sütun olduğu bilinmesine rağmen, şu an bir sütun yer almaktadır. Mevcut sütunun üzerindeki yazıtta oğulları Caracalla adına dikildiği belirtilmiştir. Babası Septimius Severus öldükten sonra başa geçen Caracalla, taht savaşları sırasında kardeşi Geta’yı öldürtür. Bu nasıl bir kindir ki, Roma topraklarında Geta adına dikilen ne varsa yakıp yıktırır. Bu öfkeden Cendere köprüsü de payını alır ve Geta adına yaptırılan sütun yıktırılmıştır.
Bir gün yolunuz Cendere köprüsünden geçerse, günümüzde hale farklı şekillerde devam eden taht kavgalarını hatırlayıp, lanetlemeden geçmeyin.
PERRHE (Perre-Pirin- Örenli) ;
Adıyaman’dan Çelikhan yönüne girdiğinizde yaklaşık 5 km sonra göreceğiniz yer, geç ilkçağ ve ortaçağ kenti olan Perrhe’nin, erken Roma dönemine ait Nekropol(toplu mezar alanlarının bulunduğu bölge) alanıdır.
Kommagene’nin, Roma ve erken Bizans dönemlerinin önemli bir kenti olmuş burası. Bugünkü Örenli köyü sınırları içerisinde kalan Perrhe’de, 200 kadar kaya mezarı, tarihsel yerleşim ve nekropolis’inin dağınık kalıntıları mevcuttur. Mezarlar kayalara oyularak yapılmıştır.
Roma döneminde önemli kentlerden birisi olmuş olan Perrhe, Bizans döneminde önemini korumuş olup aynı zamanda önemli bir dini merkez olmuş. Şehirde ayakta kalan ve halen kullanılan bir Roma çeşmesi ile, surların bir kısmı görülebilir durumdadır.
Kommagene krallığının en önemli 5 kentinden biri olan Perrhe, başkent Samosata’yı (Samsat), Melitene’ye (Malatya) bağlayan ana güzargah üzerinde önemli bir durak olarak kabul edilmiştir.
Nekropol alanı ile ünlü kent, zaman içerisinde birçok antropologun ilgisini çekmiştir. İsviçreli antropolog Eugene Pittard burada1925,1928,1937 ve 1938 yıllarında araştırmalar yapmış ve çok önemli paleolitik ve neolitik çağ buluntuları elde etmiştir. Aynı zamanda Eugene Pittard Florya köşkünde 1937 yılında Atatürk ile de tarih üzerine çalışmalar yapmıştır. Daha sonraki yıllarda, Türk antropologlardan, 1945’de Kılıç Kökten , ardından da Muzaffer Şenyürek tarafından yürütülen araştırmalarda buluntu sayısı önemli ölçüde artırılmıştır.
Perrhe’de, mütevazı mezar odalarından, çoklu odalara ve zengin mimari betimlemelerin bulunduğu geniş ölçekli mezarlara varan her çeşit gömü tekniği görmek mümkünüdür. En sık rastlanan tip ise, yan ve giriş cephelerinde tekil gömü alanlarının bulunduğu tonozlu veya kare nişli mezar odalarıdır.
Yakın bir zaman önce Charles Crowther ve Margherita Facella 22 tanesi 2001-2009 yılları arasında olmak üzere 24 mezar yazıtı tespit etmişlerdir. 15 tanesi alanda kalırken, diğerleri Adıyaman Müzesi’ne götürülmüş. Yazıtlar Yunancadır ve çoğunda sadece ölünün ismi geçmektedir.
Mezar eşyalarından geriye maalesef neredeyse hiçbir şey kalmamıştır. Kazılar başlamadan çok daha önce define hırsızları tarafından soyulduğu düşünülmektedir. Çok az bir kısmı bugün Adıyaman Müzesi’nde sergilenmektedir.
Son Söz;
Üç kez görme şansına sahip olduğum Nemrut dağında, güneşin doğuşuna ve batışına şahitlik ettim. Kommagene uygarlığına ait bu muhteşem eserleri görmek, benim açımdan olduğu kadar, buraları ziyarete gelen yerli ve yabancı meraklılar açısından da hayatları boyunca en unutulmaz deneyimlerden bir tanesi olmuştur.
Kommagene Kralı 1. Antiochos’a hangi düşünceler, tümülüsün önünde kendi heykeliyle tanrıların heykellerini yan yana dikmeye, o tanrılar için hazırlanan tahtların arkasına koydurduğu kitabe ile de, sonraki çağlara ebedi istirahatgahını “göksel tahtların en yakınına” yaptırdığını söylemeye sevk etmişti acaba? Kimse bilmez, kimse bilmez…
Yararlanılan Kaynaklar;